Aşk

Aşk Aforizmaları

Kendilerini birbirine sıkıca vermiş iki ruhun karşılıklı duyacağı haz yoktu bu sıkmada. Şimdilik Litvinov'un bulup söyleyemediği sözcüklerin yerini tutuyordu sadece. İkisinin arasındaki sessizlik giderek büyüyor, kök salıyordu.

İvan Sergeyeviç
( Duman - 143 )

Dünden beri İrina'nın havası hüküm sürüyordu burada. Her şey onu hatırlatıyordu. Hava bile onun ziyaretinin gizli sırlarını kendinde saklıyor gibiydi... Litvinov gene İrina'nın kölesi gibi hissediyordu kendini. Dünden beri koynunda sakladığı onun mendilini çıkardı, dudaklarına götürdü.

İvan Sergeyeviç
( Duman - 137 )

Sanki yumuşak, hoş kokulu bir karanlığın içinden dayanılmaz güzellikte bir yüz beliriyordu karşısında, ışıltılı kirpikler kalkıyor ve büyüleyici bir çift gözün sakin, yakıcı bakışı saplanıyordu yüreğine; tatlı bir ses duyuluyor, göz alıcı omuzlar, genç çariçenin omuzları taptaze, yakıcı bir tutkuyla kıpırdıyordu.

İvan Sergeyeviç
( Duman - 123 )

İlk başta beyni uyuşmuştu sanki: Belirgin olmayan, bilincine tam varamadığı karanlık, ağır bir duygudan uzun süre kurtaramadı kendini. Daha sonra geleceğinin, neredeyse bütünüyle fethettiği geleceğinin, sağlam, yeni yeni kurmakta olduğu yuvasının sarsıldığını düşününce tekrar karamsarlığa kapıldı.

İvan Sergeyeviç
( Duman - 121 )

Litvinov ise büyülenmiş gibi oturuyor, bir şey duymuyor, yalnızca o ışıl ışıl gözlerin ona tekrar bakacağı, o soluk, zarif, öfkeli, harika yüzün ona döneceği zamanı bekliyordu...

İvan Sergeyeviç
( Duman - 116 )

Bir anlık kırmızılığın ardından yüzüne tekrar yayılan beyazlıkta ise güzelliğin görkemi vardı. Hem yalnızca görkem değildi bu: Yüzünde, yarı kısık gözlerinde gizli, handiyse şakacı bir sevincin ışıltısı ile dudaklarının, burun deliklerinin çevresinde hafif bir kıpırdanma da dikkati çekiyordu...

İvan Sergeyeviç
( Duman - 111 )

Sakın, onun eline düşmekten korkuyor olmayasınız? Öyle olsa gerek. Haklısınız, bundan kurtulmak kolay değildir. Litvinov kendini zorlayarak gülümsedi. - Öyle mi düşünüyorsunuz? Evet öyle düşünüyorum. Erkek zayıftır, kadınsa güçlü. Rastlantılarsa hepsinden güçlüdür...

İvan Sergeyeviç
( Duman - 107 )

Shakespeare bir yerde şöyle der: "Yerde gökte daha öyle şeyler var ki Horatio!" Hayat şakaya gelmez. Buyurun size bir örnek: Karşınızda bir ağaç var, rüzgârsız bir hava... En alt daldaki bir yaprak en üst daldaki bir yaprağa nasıl dokunabilir? Hiçbir türlü dokunamaz... Ama bir fırtına kopsa her şey birbirine karışır ve o iki yaprak birbirine dokunur...

İvan Sergeyeviç
( Duman - 79 )

Sonunda yalnız kalan Litvinov bir şeyle ilgilenmek istedi, ama kafasının içine duman dolmuştu sanki, doğru dürüst bir şey yapamıyordu.

İvan Sergeyeviç
( Duman - 77 )

Ve bir hafta sonra da Litvinov, İrina'nın kendisini sevdiğini biliyordu artık. Evet; bu ilk günü uzun süre unutamamıştı Litvinov... ama sonra olanları da unutamamıştı: Yani uzun süre kuşkuyla, inanmaya korkarak, heyecandan kalbi çarparak, neredeyse korkudan titreyerek, içine olağanüstü, beklenmedik bir mutluluk dolduğuna, bu mutluluğun giderek büyüdüğüne, tüm varlığını karşı konulmaz bir biçimde sardığına, dışa taştığına kendini inandırmaya çalıştığı o günleri. İlk aşkın o aydınlık dakikaları, hayatta bir daha tekrarlanamayacak, hatta tekrarlanmaması gereken anları başlamıştı.

İvan Sergeyeviç
( Duman - 45 )

Odi et amo. Quare id faciam, fortasse, requiris? Nescio: sed fieri sentio et excrucior. (Nefret ediyor ve seviyorum. Neden diye soracaksın belki? Bilmiyorum: Böyle geçiyor içimden ve kahroluyorum.) Catullus LXXXV.

İvan Sergeyeviç
( Duman - 35 )

Zaten aşk dediğin, ardında ne olduğuna kimsenin akıl sır erdiremediği kadife bir esrar perdesidir.

Elif Şafak
( Firarperest - 221 )

İki adımda bir aşık bir çift ilişiyor gözünüze. Ya herkes aşık bu şehirde ya buraya sadece aşıklar geliyor.

Elif Şafak
( Firarperest - 175 )

İki adımda bir aşık bir çift ilişiyor gözünüze. Ya herkes aşık bu şehirde ya buraya sadece aşıklar geliyor.

Elif Şafak
( Firarperest - 175 )

Aşk bir sihirli halı gibi uzanıyor ayaklarının altında; haftalar, aylarca yere basmadan yaşıyorlar. Akılları bulutlarda, yürekleri pır pır.

Elif Şafak
( Firarperest - 93 )

Kalbinin çarpıntısını hissettim. “Aşkın koyu kırmızı ışığının” yanaklarında, şakaklarında ve boynundaki pırıltılı yansımasını gördüm, gözlerine başvurmak istedim, ama onları koruyan kirpikler ve göz kapakları engel oldu.

Charlotte Bronte
( Profesör - 266 )

O saatte Frances’in de aynı şekilde işten azat edilmiş olduğunu biliyordum. Onun belki de hocasını istiyor olabileceğini düşündüm, ben öğrencimi istediğimi biliyordum. Hayal gücüm hafif fısıltılarla muhtemel hazların yumuşak öyküsünü ruhuma taşımaya başladı.

Charlotte Bronte
( Profesör - 237 )

Gerçek aşkın düşü beni ele geçirdi: Sanki Frances Henri yanımda duruyor, ince beli kolumu davet ediyor, eli elimi arıyordu. O elin benimkiyle kavranmak için yaratıldığını hissettim, bu hakkımdan vazgeçemezdim. Gözlerimi de fazlasıyla mutluluk ve yürekten yüreğe bir akış gördüğüm, ifadesini bu kadar etkileyebildiğim, sonsuz mutluluğu harekete geçirebildiğim, huşu uyandırabildiğim, büyük bir sevince yol açabildiğim, ışıl ışıl bir heyecana neden olduğum, zaman zaman da haz dolu bir dehşet uyandırdığım gözlerinden sonsuza dek ayıramazdım.

Charlotte Bronte
( Profesör - 224 )

Gerçek aşkın düşü beni ele geçirdi: Sanki Frances Henri yanımda duruyor, ince beli kolumu davet ediyor, eli elimi arıyordu. O elin benimkiyle kavranmak için yaratıldığını hissettim, bu hakkımdan vazgeçemezdim. Gözlerimi de fazlasıyla mutluluk ve yürekten yüreğe bir akış gördüğüm, ifadesini bu kadar etkileyebildiğim, sonsuz mutluluğu harekete geçirebildiğim, huşu uyandırabildiğim, büyük bir sevince yol açabildiğim, ışıl ışıl bir heyecana neden olduğum, zaman zaman da haz dolu bir dehşet uyandırdığım gözlerinden sonsuza dek ayıramazdım.

Charlotte Bronte
( Profesör - 224 )

Elini benimkine teslim ederken yaptığı hareketi seviyordum. Orada, beş parasız ve kimsesiz dururken onu seviyordum. Benim gibi çekicilikten yoksun, arzu dolu biri için bir hazine, benim düşündüğüm gibi düşünen, hissettiğim gibi hisseden, dünyadaki en yakın duygudaşlık nesnem, birikmiş sevgimin ideal tapınağı, suskunluğun ve basiretin, çalışkanlığın ve azmin, özverinin ve özdenetimin sadık bekçisi, ona bağışlamayı çok istediğim armağanın -bütün sevgimin- koruyucusu, doğruluğun ve onurun bağımsızlığın ve vicdanın -onurlu bir yaşamı çoğaltan ve destekleyen özelliklerin örneği- sevecenliğin, yumuşak olduğu kadar durgun, söndürülemez olduğu kadar saf bir alevin, yapmacıksız duyguların, yapmacıksız tutkunun -kutsal evin o canlılık ve huzur kaynaklarının- bulunduğu bir kuyunun sessiz sahibi. Yüreğinde bunların ne kadar sessiz ve ne kadar derinde fokurdadığını, tehlikeli bir alevin mantığın gözü önünde nasıl güvenli bir biçimde yandığını biliyordum, ateş bir an yükselip canlandığında artan ısı yaşamın kanallarındaki akışı zora soktuğunda fark etmiştim. Mantığın isyancıyı zayıflattığını, alevini kora dönüştürdüğünü görmüştüm. Frances Evans’a güveniyordum. Ona saygı duyuyordum, onu koluma takıp mezarlıktan çıkarırken, güven kadar güçlü, saygı kadar sağlam, her ikisinden de daha coşkulu bir başka duyu daha -aşk- taşıdığını hissettim.

Charlotte Bronte
( Profesör - 202 )

Kimse çaktırmadan gönül çelmekten bu kadar hoşlanmaz. Günün birinde kalbinizde usulca ilerleyen adımlarının izlerini bırakmazsa yanılmış olurum Crimsworth.

Charlotte Bronte
( Profesör - 109 )

Yaşamın tüm anlamı, sadece kendisi için değil, bütün dünya için kendi sevgisinden ve Nataşa’nın onu sevme ihtimalinden ibaretmiş gibi geliyordu. Bazen bütün insanlar tek bir şeyle, onun gelecekteki mutluluğuyla meşgulmüş gibi geliyordu. Bazen sanki herkes kendisi gibi sevinç içindeymiş, sadece bu sevinci gizlemeye çalışmak için başka şeylerle ilgileniyorlarmış gibi geliyordu. Her sözde, her harekette kendi mutluluğunu ima eden bir şey görüyordu. Karşılaştığı insanların aralarında gizli bir anlaşma olduğunu anlatan mutlu bakışları ve gülümsemesiyle şaşırtıyordu.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 755 )

Bu elin, bu yüzün, bu gözlerin, bana garip gelen bu kadınsı güzellik hazinesinin, bütün bunların ebediyen benim olması, bana kendim kadar yakın olması gerçekten mümkün mü?

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 753 )

Ben yalnız onu, hayatım boyunca bir tek onu sevdim ve şu anda da o kadar seviyorum ki onsuz bir hayat düşünemiyorum.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 752 )

Nataşa, Prenses Marya’nın onun yüzünde uzun süredir görmediği muzip bir gülümsemeyle, birden, biliyor musun Mari dedi, o kadar temizlenmiş, arınmış, tazelenmiş ki; banyodan çıkmış gibi, anlıyor musun? Manevi bir banyodan sanki, değil mi?

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 747 )

Prenses Marya da anlattıklarını hissettiklerini anlıyordu. Ama tüm dikkatini çeken başka bir şey görmüştü: Nataşa ile Piyer’in aşık ve mutlu olma ihtimalini. Ve ilk kez aklına gelen bu düşünce yüreğini sevinçle doldurdu.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 745 )

Piyer başından geçenleri, onları daha önce hiç kimseye anlatmamış gibi, kendi başınayken daha önce hiç aklına gelmemiş gibi anlatıyordu. Yaşadıklarında sanki yeni bir anlam bulmuştu. Şimdi, bütün bunları Nataşa’ya anlatırken kadınların, kendilerine söylenenleri zekalarını geliştirmek ve fırsat çıktığında başkalarına anlatmak ya da kendi düşünceleri arasına ekleyip küçük akıl atölyelerinde ürettikleri zekice konuşmalarına bir an önce katmak için dinlediklerini akıllarında tutmaya çalışan zeki kadınların erkekleri dinlemesinin verdiği hazzı değil, erkeklerin ortaya koyduklarının en iyi yanlarını seçip özümseme yeteneğine sahip gerçek kadınların erkekleri dinlemesinin verdiği hazzı duyuyordu. Nataşa, farkında olmadan dikkat kesilmişti. Ne Piyer’in söylediği tek bir kelimeyi ne sesinin titremesini ne bir bakışını ne bir yüz kasının titreşmesini ne de bir jestini kaçırıyordu. Sözcükleri daha Piyer söylemeyi bitirmeden havada kapıyor, Piyer’in yüreğindeki sancıların gizli anlamını kehanet ederek doğruca açık yüreğine alıyordu.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 745 )

Aşk? Aşk nedir? Diye düşünüyordu. Aşk ölüme engel olur. Aşk hayattır. Her şeyi, anladığım her şeyi, sevdiğim için anlıyorum. Her şey sadece sevdiğim için var, her şey sadece sevdiğim için oldukları yerde. Her şey sadece ona bağlı. Aşk Tanrı’dır ve ölmek de benim için aşkın bir parçası, herkesin döneceği ebedi kaynağa dönmektir. Bu düşünceler onu rahatlatmışa benziyordu. Ama bunlar sadece düşünceydi. Bir şey eksikti, tek taraflı, şahsi ve zihinsellerdi, bir şeyi kanıtlamıyorlardı. Kaygı ve belirsizlik yeniden kendini gösterdi. Uykuya daldı.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 552 )

Aşk! Bana gizemli bir güçle doluymuş gibi gelen o kız.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 243 )

İnan bana, savaştan hemen sonra, hala hayattaysam ve sen beni hala seviyor olursan, seni alev alev yanan göğsüme sonsuza dek basmak için her şeyi bırakıp yanına koşacağım.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış II - 63 )

Rüya’nın küçük tüy gibi adımlarını avucumun içinde tuttuğum elinde hissediyorum.

Orhan Pamuk
( Öteki Renkler - 103 )

Aşk teslim olmaktır. Aşk anlamaktır. Aşk bir müziktir. Aşk kırılgan ruhun aynaya bakmasıdır. Aşk vermektir. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma özlemidir.

Orhan Pamuk
( Öteki Renkler - 82 )

Anne ben onu istiyorum. Neden böyle solup gideyim?

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 766 )

Nataşa parlayan gözlerle ve gülümsemeden, “Onu istiyorum… şu an, şu dakika onu istiyorum,” dedi.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 765 )

Nataşa sözlüsünü hala çok seviyordu, bu aşk hala onu rahatlatıyor ve hayatın zevklerinden hala kolay etkileniyordu; ama ondan ayrı geçirdiği dördüncü ayın sonunda, karşı koymayı başaramadığı üzüntü nöbetleri görülmeye başlandı. Kendi kendine acıyordu, sevebileceği ve sevilebileceği bunca zamanın boş yere, kimseye faydası dokunmadan geçtiğine üzülüyordu.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 765 )

Nataşa, “Sana nasıl anlatsam.” Diye yanıtladı, “Ben Boris’ de, öğretmeni de, Denisov’u da sevmiştim ama bu bambaşka. Huzurluyum, kendimi güvende hissediyorum. Ondan daha iyi bir insan olmadığını biliyorum ve artık kendimi rahat, iyi hissediyorum. Kesinlikle öncekiler gibi değil.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 727 )

Hayatında hiç şimdiki kadar sevmediğini, yaşamanın ne olduğunu ancak şimdi anladığını, öğrendiğini yazıyordu.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 719 )

Çok dalgın ve gülünç bir adam ama altın gibi bir kalbi vardır.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 714 )

Nataşa misafir odasına nasıl girdiğini hatırlamıyordu. Kapıdan girip onu görünce durakladı. Kendi kendine, “Bu yabancı adam artık gerçekten benim için dünyadaki her şeyden daha değerli.” Prens Andrey gözlerini kaçırarak ona yaklaştı.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 709 )

Kontes cevap verme fırsatı bulamadan Prens Andrey, yüzünde endişeli ve ciddi bir ifadeyle misafir odasına girdi. Nataşa’yı görür görmez yüzü ışıldadı.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 707 )

Üç hafta bu şekilde geçti. Nataşa hiçbir yere gitmek istemiyor, odalarda boş boş, üzgün üzgün, bir gölge gibi geziniyor, akşamları herkesten gizli ağlıyor, geceleri annesinin yatağına gitmiyordu. Yüzü hep kıpkırmızıydı, sürekli asabiydi.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 706 )

Üç hafta bu şekilde geçti. Nataşa hiçbir yere gitmek istemiyor, odalarda boş boş, üzgün üzgün, bir gölge gibi geziniyor, akşamları herkesten gizli ağlıyor, geceleri annesinin yatağına gitmiyordu. Yüzü hep kıpkırmızıydı, sürekli asabiydi.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 706 )

Prens Andrey, “Bana böyle sevebileceğimi söyleseler inanmazdım,” dedi. “Önceden tattığımdan bambaşka bir duygu. Benim için bütün dünya iki eşit parçaya ayrılmış durumda: Bir parça ve o tüm mutluluklar, umutlar ve aydınlık, diğer parça onun olmadığı her şey ve tüm hüzünler, karanlık…”

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 704 )

Evet, evet, başka kime olabilir? Asla inanmazdım ama bu duygu benden daha güçlü. Dün işkence, acı çektim ama bu işkenceyi dünyada hiçbir şeye değişmem. Daha önce yaşamıyormuşum. Ancak şimdi yaşıyorum, ama onsuz yaşayamam. Ama o beni sevebilir mi?.. Onun için yaşlıyım… neden bir şey söylemiyorsun?

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 703 )

İçinde olduğunu fark ettiği duygudan dolayı şaşırmış ve korkmuş bir halde, Nasılsa uyuyamayacağım. Ne saçma şey uyumak! Anneciğim, anneciğim böyle bir şey başıma daha önce hiç gelmemişti, dedi, böyle bir şey olabileceği aklınıza gelir miydi?

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 701 )

Rostova’ya âşık olduğunu düşünmüyordu; onu da düşünmüyordu; ama onu gözünün önüne getirince tüm hayatı yeni bir ışık altında karşısında beliriyordu.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 693 )

Piyer bakışlarını yere çevirdi, kafasını kaldırıp ona tekrar baktı, onu daha önce her gün gördüğü gibi kendisine uzak, yabancı bir güzel gibi görmek istedi; ama artık bunu yapamazdı. İnsanın sis içinde gördüğü dalları uzun çalılıkları ağaç sanıp çalılık olduğunu anlayınca bir daha ağaç olarak görememesi gibi. Kız artık ona çok yakındı. Artık üzerinde hakimiyet kurmuştu. Artık onunla arasında kendi iradesinden başka bir engel kalmamıştı.

L.N. Tolstoy
( Savaş ve Barış I - 311 )

Aşk önü kesildikçe devleşir, her engel büyümesi için bir nedendir. Aşkı elde tutabilmek için, sonunda çoğu aşılmış olmaktan çok lanetlenmiş bu engeller un ufak edilip ateşe atılır. Bu noktada kadınlar, kendi içine büzülen, kaçamak bir bakışta, asabî bir kasılmada, sıradan bir nezaket gösterisinin gerisinde gizlenen dev bir aşkın vardığı bu küçülüşte kendi kudretlerinin enginliğini ölçebilirler. Bütün bir geceyi saçma sapan laflarla geçirdikten sonra, merdivenin son basamağında söylenmiş bir tek kelimeyle bütün meçhul acılarımızın yok oluşunu kim bilir kaç defa tatmışızdır, değil mi?

Honore De Balzac
( Bir Havva Kızı - 80 )

Âşk yasak meyvedir, bu söz her şeyi özetler benim için diyordu.

Honore De Balzac
( Bir Havva Kızı - 35 )

“Aşktan korkmak yaşamdan korkmaktır ve yaşamdan korkan herkes dörtte üç ölmüş demektir,” diye yazmıştı Bertrand Russell.

Matt Haig
( Gece Yarısı Kütüphanesi - 36 )

Aşıkların en sevdikleri zaman geçirme usulleri, aşklarını hatırlatan sözlerin içinde kaybolmaktır.

Plutarkhos
( Gevezeler ve Meraklılar - 51 )

Aşıkların en sevdikleri zaman geçirme usulleri, aşklarını hatırlatan sözlerin içinde kaybolmaktır.

Plutarkhos
( Gevezeler ve Meraklılar - 51 )

Chanel’in Capel’e âşık olmasının altında Capel’in karizması ve yakışıklılığı dışında etkenler de vardı.

Capel, Chanel'in sıkıcı hayatına birdenbire renk katmıştı. Entelektüel kişiliği, anlayışlı ve kibar tutumu Chanel'i etkiliyordu. Capel; sanattan, edebiyattan söz edebileceği, ondan birçok şey öğrenebileceği, ona okuması için kitaplar tavsiye eden, kendini geliştirmesini ve kendinin farkına varmasını sağlayan biriydi. Chanel hayatının geri kalanında büyük ilgi alanları arasında yer alan sanat ve edebiyatla ilk tanışıklığının Capel sayesinde olduğunu çoğu zaman vurguladı. Sanat eserlerine, tablolara olan ilgisi yaşamının her alanına yansıdı, evlerini adeta müzeye çevirmesine sebep olacak kadar çok fazla pahalı esere sahip oldu. Barok ve Bizans sanatı ile Slav kültürünü tutkuyla takip etti. Her zaman hevesli bir okuyucu oldu. Resim, heykel, mimari ve tarih de onun ilgi alanları arasındaydı.

Coco Chanel
( Moda Geçer, Stil Kalır - 28 )

"Aşık bir kadın acizdir" dedi Chanel

Coco Chanel
( Moda Geçer, Stil Kalır - 22 )

Birbirimizi göreli daha bir saat olmuştu, fakat bakışlarımız aşk ateşiyle yanmaya, kalplerimiz birbirimizi arzulamaya başlamıştı bile. Ve ben onu o kadar arzuluyordum ki geceleri gözümü kırpmıyordum- görüyor musun Tanrım kanıma karışan bu aşktan, tutkudan, arzudan utanmadım, çünkü birdenbire kalbimizin aşkın dikenli aleviyle yanmasını isteyen Sen değil miydin?

Stefan Zweig
( Rahel Tanrı'yla Hesaplaşıyor - 6 )

Onu düşünmenin sizi düşünmek anlamına geldiğini iyi biliyorsunuz. Onu gözümden ayırmıyorum. Yatağımdan onu görebiliyorum; uyandığımda ilk gördüğüm, uyuduğumda son gördüğüm şey o. Gündüzleri yanına oturup çalışıyorum, çünkü odama geldiği günden beri odamdan hiç çıkmıyorum.

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 148 )

Saatlerin ayağına kanat takan, zamanın kanatlarına tüyler ekleyen şeylerden konuştular. Siyah lale dışında her şeyden konuştular.

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 146 )

Koşup pencereyi açtığında, hayatın, mutluluğun ve neredeyse özgürlüğün güneş ışıklarıyla birlikte bu karanlık odaya dolduğunu hissetti. Aşk çiçekleniyor ve etrafındaki her şeyi de çiçeklendiriyordu: Aşk, dünyanın tüm çiçeklerinden daha parıltılı, daha hoş kokuluydu. 

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 144 )

Sonra da dalgınlığa kapılmış gibi, pembe yanaklarını parmaklığa Cornelis'in dudaklarının erişebileceği bir mesafeye uzattı. Hafif bir aşk çığlığı atan Rosa hemen gözden kayboldu.

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 143 )

Rosa kendisine öfkelenmişti; haksız da sayılmazdı. Belki de bir daha kendisini görmeye gelmeyecek ne ondan, ne de lalelerinden bir haber alamayacaktı. Şimdi bu dünyada hâlâ var olan mükemmeliyetçi lalecilere özgü o ilginç kişiliği nasıl açıklayacağız? Kahramanımızın ve bahçıvanların utancı adına itiraf etmeliyiz ki, Cornelis bu iki aşk arasında Rosa'nınki için daha büyük bir pişmanlık duydu... Gece üçte, yorgunluktan bitmiş, kaygılar ve vicdan azabıyla yıpranmış bir halde uyuduğunda, siyah lale, rüyasında, birinciliği sarışın Frizlinin güzel mavi gözlerine bıraktı.

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 128 )

Lambanın ışığı Rosa'nın yüzünün renklerini, mavi ve derin gözlerini, Frizlilere özgü altın başlığının altındaki sarı saç örgülerini aydınlatıyordu. Havaya kaldırdığı parmakları, kan aşağıya hücum ettiğinden, teninin altında akıp giden gizemli yaşantıyı dışa vururcasına bir soluk bir pembe renk alıyordu. Cornelis'in parlak zekâsı sayesinde Rosa'nın zihinsel yetileri hızla gelişiyordu ve aşılması zor gibi görünen bir güçlükle karşılaşıldığında bakışlarının birbirlerine sabitlenmesinden, kirpiklerinin ve saçlarının birbirlerine değmesiyle parlayan kıvılcım en derin karanlıkları bile aydınlatmaya yetiyordu. Rosa odasına indiğinde, zihninde okuma dersini tekrarlarken yüreğinde de aşkın itiraf edilmemiş derslerini sorguluyordu.

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 114 )

Hatta Cornelis özgürlüğüne kavuşsa ve dilediği yere gidebilme iznini alsa bile, Rosa'nın ve soğanlarının bulunduğu hapishaneden ayrılmayı tercih etmeyecekti.

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 107 )

"Bir süreden beri!" diye haykırdı bakışları aşk ve mutlulukla parlayan Cornelis.

Rosa kızararak gözlerini indirdi.

Bu yüzden Cornelis'in, ne yazık ki yalnızca parmaklıklara kadar ulaşan ama bu engele rağmen genç kızın dudaklarına en ateşli öpücüğün sıcak nefesini bırakan dudaklarını fark edemedi.

 Rosa dudaklarını yakan bu alev karşısında infaz günü Buitenhof'ta olduğu gibi soldu. Dertli dertli inledikten sonra gözlerini kapattı, yüreğinin çarpıntısını bastırmak boşuna bir çabayla göğsüne bastırarak uzaklaştı.

Alexandre Dumas
( Siyah Lale - 106 )

Boynuma kuvvetle sarındı, beni yanağımı delip geçmek ister gibi öptü.

Domenico Starnone
( Şaka - 9 )

Aşk ancak özgürlükten doğar, özgürlükten beslenir.

Elif Şafak
( Şemspare - 245 )

Totaliter aşklarımız. Yayılmacı, işgalci, tahakkümperver.

Elif Şafak
( Şemspare - 21 )

Yürümeyeceğini iki taraf da gayet iyi bildiği halde başlar bazı aşklar.

Elif Şafak
( Şemspare - 11 )

Ahu'nun buz mavisi bakışları altında saatler geçirdikten sonra yine bir mavi göze denk gelmişti ama bu kez deniz mavisini andıran gözler, bakışlarıyla rahatsız etmiyor, adeta insanın ruhunu okşuyordu.

Arif Ergin
( Tekvin - 317 )

Hakan o sırada yerinden kalkmış, pencereye doğru yürümüştü. Pencereden dışarı baktığında bütün İstiklal Caddesi sisten bir yorganın altına gömülmüş gibi gözüktü gözüne. İstanbul'u kaplayan sis artık nefes almayı güçleştiren bir buhar bulutu gibi çökmüştü yere. Camlardan sular süzülüyordu. Hakan camdan süzülen bir buhar damlacığına odaklandı. Parmağını usul usul yere doğru süzülmekte olan damlanın akış yoluna koydu, birkaç saniye bekledi. Karşı tarafın hamlesini tahmin edebilirsen, önlem alabilirsin, diye geçirdi içinden. Ve damla, tam da Hakan'ın tahmin ettiği noktada parmağına çarpıp dağıldı. Gülümsedi. Daha umutlu hissediyordu kendini. Sabahtan beri ilk kez bir şansının olduğunu düşünmeye başlamıştı. Seni bulacağım Melek. Ne olursa olsun bulacağım.

Arif Ergin
( Tekvin - 270 )

Derya ayaklarının yerden kesildiğini hissetti bir an. Hakan, ikimizle ilgili bir konuda biz mi dedi az önce? Bir anda milyonlarca kelebek karnına doluştu. Sanki ağzını açarsa çıkıp bir anda odanın içine kaçacaklar ve onu mahcup edeceklerdi.

Arif Ergin
( Tekvin - 265 )

Kök ve toprak olabilmeyi başardığımızda da güzel çiçekler açabiliyor dünyamızda.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 277 )

Shakespeare’den bir sone ile toparlayalım sözü:

“Sevgi demem sevgiye

Bir döneklik yaparsa bir değişme görünce,

Başka yola saparsa sevgili saptı diye.

Zamanın soytarısı değildir sevgi asla,

Gül yüzlüler göçse de orağına düşerek

O değişmez kısacık günlerle, haftalarla,

Direnir ve katlanır mahşerin ucuna dek.”

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 269 )

İlk görüşte hissettiğimiz şey, aşk değil bir “cinsel çekim” olsa gerek diye düşünürüm.

Aşk, bir süreç işidir çünkü, yoldan geçerken pat diye insanın kafasına düşmez.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 266 )

Alain de Botton, bu makalesinin esin kaynağı olan romanında “Aşk, sevgilinin bizim zayıflıklarımızı ve dengesizliklerimizi düzeltmeyi vaat eden özelliklerine duyulan hayranlık demektir. Bir tamamlama arayışıdır,” diye yazıyor.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 266 )

William Elles gazetelerde yayımlanan bir sözünde şöyle demişti: “Aşk her şeyi affeder!”

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 239 )

Lord George Gordon Byron, toprağı bol olsun, şöyle demişti:

“Aşk, erkeğin hayatının yalnızca bir parçası, kadının ise bütün varlığıdır.”

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 235 )

Bir kere kavuşulunca aşkın zaman içinde zayıflayacağına, sonra dönüşeceğine inanılır.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 219 )

Bir insanın başına gelecek en şahane şey bana göre birisini deli gibi sevmektir, aşık olmaktır.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 219 )

Erdal Öz, kitaptaki önsözünde şöyle yazmış: “Aşk mektupları, bir tür yazılı sevişmedir.”

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 211 )

Ama sayfalar ilerledikçe anlıyorsunuz ki bu öyle bir aşk ki, yazarın her hücresine sinmiş.

En sıradan işi yaparken dahi aklında sevdiği bir kadın var.

Bir an olsun onu düşünmeden zaman geçiremiyor, aklında, fikrinde, dilinde hep o kadın var.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 209 )

Mektupları okurken hissettiğiniz şey Süreya’nın, Zuhal Hanım’a muazzam bir aşk ile bağlı olduğu elbette.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 209 )

La Rochefoucauld, aşk romanları olmasa aşkın bilinemeyeceğini söylüyor.

Bunu şiir ve çağımızın en önemli sanatı sinema için de söyleyebiliriz.

İnsan ruhunu kavramaya ve anlatmaya çalışan sanat ürünleri olmasaydı, saf aşkın ne olduğunu, ne olması gerektiğini hiçbir zaman bilemeyecektik.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 205 )

Günaydın’da Ayşe Özyılmazel de bu yorumu okumuş ama o Ömür’e katılmıyor, bu işi Instagram’a bağlamıyor:

“Çünkü bizler artık kendimize aşığız.”

Ve devam ediyor:

“Kabul edelim, bizim duyduğumuz aşk, görmek, görülmek, alkışlanmak, takip edilmek aşkı. Aşkın, kalp sesini duymaya, göz göze gelmeye, gerçekle karşılaşmaktan çekinmemeye, hayranlık duymaya ihtiyacı var. Baksanıza herkes kendisine hayran.”

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 202 )

Fransızca bir deyim var: “Folie a deux.”

Birbirine aşık iki kişinin, reel dünyadan koparak kendilerine ait özel ve kapalı bir yaşam alanı yarattıkları durumları tanımlamak için kullanılıyor.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 197 )

Sevdiğin insanı her gün dolu dolu yaşama dileği.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 194 )

Shelley, hayatının sonuna kadar o kurutulmuş kalbi bir kitap ayracı olarak yanında taşıdı.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 189 )

Aşk da zaten budur: Seçtiğimiz birisine teslim olmak!

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 165 )

İki sevgiliden söz ediyorsak, bunların birbirlerinin hayatını güzelleştirmek için bir arada olduklarını varsaymalıyız.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 137 )

Schopenhauer, “aşık olduğumuzda büyük bir haz ile duygularımızın tatmin olduğunu düşünüp herhangi bir ders çıkarmak yerine aptallığımızı sürdürdüğümüze” inanırdı.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 137 )

Aşk, doğasından kaynaklanan nedenlerle eşitsiz bir ilişkidir. Biri her zaman “daha çok sever, daha çok fedakarlık eder, daha çok üzülür” vs. ve bu durum, aşkın varlığının eşsiz kanıtı sayılır.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 133 )

Bir fedakarlıkta bulunduğunu aklına bile getirmeden, aşık olduğun kişiyi mutlu edeceğini düşündüğün şeyi, hesapsızca yapabilmeyi de kapsar.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 132 )

Bayezid-i Bestami’ye atfedilen bir sözü tekrarlayacağım: “Aramakla bulunmaz ama bulanlar da sadece arayanlardır.”

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 128 )

Hayatının aşkı son mektubunda “Eve dönmek istiyorum” diyordu.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 124 )

O ilk günden sonra ayrıldılar, barıştılar, ayrıldılar, başkalarıyla evlendiler, boşandılar, ayrıldılar ama aşkları hiç bitmedi.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 124 )

Aralarındaki çekim adım attıkları her yeri yakacak kadar dikkat çekiciydi.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 123 )

Düşünün hangisi iyi: Tek başınıza yüz yıl yaşamak mı? Yoksa, sizi görünce heyecandan eli ayağına dolaşan, isminizi söylerken içi titreyen, saçlarınızın rüzgarda savruluşundan şiirsel anlamlar çıkaran bir erkekle, daha kısa süre mesela seksen beş sene yaşamak mı?

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 106 )

Kirkegaard’dan yapılmış alıntı: “Mükemmel aşk, insanın kendisini mutsuz edecek kişiyi sevmesidir!”

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 71 )

“Böylece, sonunda bir insanın birini düşünebileceğini hiçbir zaman tasarlayamadığı bir biçimde düşünmeye başladı onu.”

Bu cümleyi Gabriel Garcia Marquez’in, Kolera Günlerinde Aşk isimli romanından aktardım.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 28 )

Rosa Luxemburg’un sevgilisine yazdığı bir mektuptan bir parça aktarayım da lafı toparlayalım:

“Bana gönül alıcı, güzel mektuplar yaz, biraz alçak gönüllü ol, inayet et de beni sevdiğini söyleyiver. Sen bana, bugün benim sana verdiğimden üç kuruşluk daha çok sevgi vermişsin, eee n’olmuş yani? Benden karşılık görmezsin korkusuyla duygularını açıklamaktan çekinme. Ruhunla diz çökmeyi de öğren, yalnızca ben kollarımı açıp seni çağırdığımda değil, ben arkamı döndüğümde de. Kısacası cömert ol, harca, israf et sevgini benim için. Senden bunu istiyorum.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 18 )

Sesinin tınısından bile nasıl bir ruh durumu içinde olduğunu hissedebileceğiniz bir keşif süreci!

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 16 )

Aşk dediğimiz duygunun bir yönü de insanın kendisinden vazgeçme halidir.

Kişiliğinin, bir başkasının kişiliği içinde eriyip yok olmasına gönüllü olmak demektir.

Mehmet Y. Yılmaz
( Aşkın Tarihini Yazsam Yeniden - 15 )
Lilyum buketini sevgilime uzatırken “Çiçekler seni görünce sevindi” dedim. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 322 )
Başını omzuma yasladı. Ve evrendeki tüm taşlar yerine oturdu. Sessizce iç çekti. Onsuz ben bir hiçtim. Serpil Silahlıperi’nin yerine başkasını koyamazdım. Kaderim, anlamım, benliğim onun tasarrufu altındaydı. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 301 )
“Suç ortaklığı, birlikte yaşamanın sevdiğim tek çeşidi.” Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 290 )
Cennetin üst katlarına çıkan asansördeymiş gibi mutluyum. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 266 )
Serpil’e aşkımızı temize çekebilecek miyiz? Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 258 )
Aşk, bizim gerçek kaderimizdir. Hayatın anlamını tek başına bulamayız. [THOMAS MERTON, 1915-1968] Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 241 )
Bu şarkıyı dinleyen herkes, beş dakikalığına da olsa aşkı tatmış demektir. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 233 )
Sana her baktığımda, kendimi seçilmiş, kutsanmış ve cennetle müjdelenmiş gibi hissediyordum. Seni daha tanımadan önce, kaderlerimizin bir çarpışma rotasında ilerlediğini seziyordum. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 218 )
Balkonda sigara içen Nazlı Hilal, sıcak porselen bir semaveri andırıyordu. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 80 )
Elektrik kesildi. Işıklar söndü. Müzik sustu. Figen Negatif gümüş şamdanları yakınca içerisi evcil gölgelerle doldu. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 140 )
Aşk’ın o ilk anında miladi bir kesinlik doğar; mazi ile istikbal birbirine kavuşur. Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 86 )
Tatlı dilliydi: “Eğer bu bir roman olsaydı, sen ve ben şimdi aynı sayfadaydık.” Murat Menteş
( Ruhi Mücerret - 32 )
Seviyormuş, yani âşık değil diye düşündü o gün. İnsan âşıksa âşığım der diyorlar, aşk sevginin kıvılcımıdır diyorlar. İlla harıl harıl bir ateş olacak demiyorum kızım, ama kıvılcım olmadan ateş olmaz. Âşık insan âşık mıyım diye sormuyor kendine, âşık olduğunu biliyor. Âşık insan gördüm ben, ordan biliyorum, babaannen mesela dedene çok âşıktı. Babaannene bir gün sormuştum. -“Anne babama âşık olduğunu nasıl anladın?” -“Görür görmez hastalandım,” dedi "o zaman anladım.” Ayfer Tunç
( Dünya Ağrısı - 219 )
Oğlu hayat tecrübesiyle dolmuş da taşmış gibi konuşuyordu. Sözleri ağzına büyük geliyordu, sözleri biçimli, çocuksu ağzının kenarlarından kusmuk gibi taşıyordu. Ayfer Tunç
( Dünya Ağrısı - 88 )
Bahşiş bekleyen postacı getirdiği kâğıdın müjde olmadığını anlamıştı, Ayfer Tunç
( Dünya Ağrısı - 67 )
İçinde kaynaşan, çarpışan kelimeler sese dönüşüp bir yere varabiliyor böylece. Yazmayı başaramadığı sözlerin bir dinleyeni var artık. Kelimeleri özgürlüğe kavuştu. Ayfer Tunç
( Dünya Ağrısı - 55 )
Mürşit güldü, seviyor onun uydurduklarını, tutarsız, abartılı yalanlar ama alışılmadık, yaratıcı, kadın canla başla söylüyor üstelik. Ayfer Tunç
( Dünya Ağrısı - 49 )
Aşk bir yıldırımmış, şanslıysan çarpılırmışsın, değilsen yanındakinin başına düşermiş. Ayfer Tunç
( Dünya Ağrısı - 33 )

Ama sözleri de tenleri de birbirine değmiyor, yanlarından geçip gidiyor.

Ayfer Tunç
( Dünya Ağrısı - 22 )