Ama kahve içmeye devam ediyorum. O da bir küçük törenciktir.
Orhan Pamuk( Öteki Renkler - 79 )
Bütün gün yaptığım asıl iş budur işte: Volta atarım. Ben hapiste yatmadım ama Türk edebiyatından ve filmlerden volta atmayı bilirim. Birçok Türk yazarı hapislerden yetiştikleri için volta atarak çalışmışlardır.
Orhan Pamuk( Öteki Renkler - 75 )
Her gün büyük bir su kütlesini görmek, insanoğlu için önemli bir anlam taşıyor olabilir. Eh, insanoğlu için demek biraz abartılı olabilir, ama yine de benim için önemli olduğunu sanıyorum. Bir süre su görmeden zaman geçirince, sanki bir şeyleri yavaş yavaş kaybediyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum. Bu, müziği çok seven bir insanın, bir vesileyle uzun süre müzikten uzaklaştığında hissettiklerine az çok benziyor olabilir. Sahilin hemen yakınında doğup büyümüş olmamın bunda etkisi vardır biraz belki.
Haruki Murakami( Koşmasaydım Yazamazdım - 93 )
Odaklanma gücünden sonra da sürdürebilme gücü gerekir. Günde üç ya da dört saat zihninizi odaklayarak yazabilseniz bile bir hafta boyunca devam edince yorgunluktan bitkin düşmek, uzun bir eser yazmanıza engel olur. Her günkü odaklanmayı altı ay, bir yıl, hatta iki yıl devamlı olarak sürdürebilme gücü, roman yazarı için, en azından uzun roman yazmayı hedefleyen yazar için gereklidir. Nefes alma tarzından örnek verelim. Odaklanmayı sessizce ama derin bir nefes alarak içinde tutabilmeye benzetebiliriz. Sürdürebilme ise yine sakin bir şekilde nefes almak ve ciğerlerde havayı tutarken bir taraftan da nefes alıp verişe devam etmek gibidir. Bu iki nefes alış biçimi dengesi sağlansa bile, uzun yıllar profesyonel olarak roman yazmayı sürdürebilmek zordur. Hem nefesinizi içinizde tutup, hem de nefes almayı sürdürebilmek.
Bu yetenek (odaklanma ve sürdürebilme gücü), ne mutlu URAL ki dehadan farklı olarak antrenman yoluyla sonradan edinebilir ve nitelikleri yükseltilebilir. Her gün masanın başına geçip zihninizi tek bir noktaya odaklama antrenmanını sürdürecek olursanız, odaklanma gücünüz ve sürdürebilme gücünüz doğal bir parçanız haline geliverir. Bu, daha önce bahsettiğim kasların eğitilmesi işlemine benzer. Her gün kesintiye uğratmadan yazmaya devam edip zihninizi odaklayarak işinizi yapmanın, kendiniz olarak nitelendirdiğiniz insan için gerekli olduğu bilgisini vücut sistemine sürekli olarak göndermeniz, bunun belleğinize iyice yerleşmesini sağlamanız gerekir. Sonra azar azar bunun sınır çizgisini ilerletirsiniz. Hissedilmeyecek ölçüde azar azar, bu çizgiyi usulca ilerletirsiniz.
Bu, her gün jogging'i sürdürmek yoluyla kasların güçlendirilmesi ve koşucu olarak vücut yapısının ortaya çıkarılmasıyla aynı türden bir işlemdir. Uyarır, sürekliliği sağlarsınız. Uyarır, sürekliliği sağlarsınız. Bu işlem elbette sabır gerektirir. Fakat, sabrınız ölçüsünde karşılığını da alırsınız. Muhteşem bir polisiye yazarı olan Raymond Chandler, "Hiçbir şey yazmayacak olsam bile, günde birkaç saat mutlaka masanın başına oturur, bilincimi odaklarım" diye yazar, hatıratının bir yerinde. Onun ne amaçla böyle yaptığını çok iyi anlayabiliyorum. Chandler, bunu yapmak yoluyla profesyonel yazar olarak gerekli olan gücü dikkatlice eğitmiş, sakince azmini güçlendirmişti. Böylesi günlük antrenmanlar, onun için eksik edilemeyecek şeylerdi. Uzun roman yazma işleminin, temelde kas gücü gerektiren bir iş olduğunu algılayabiliyorum. Cümle oluşturmanın kendisi, herhalde zihin emeğine dayanır. Fakat derli toplu bir kitabı yazıp tamamlamak, aksine kas gücüne dayalı emeğe yakındır. Elbette kitap yazmak için ağır bir şey kaldırmak, uzun mesafe koşmak, yükseklere zıplamak gerekmez. Bu yüzden insanların çoğu görünüşe bakarak, roman yazarının işini; sessiz, entelektüel bir yazma eylemi olarak görür. Kahve kupası kaldıracak kadar gücünüz varsa roman dediğinizi de rahatça yazarsınız, diye düşünürler. Gerçekte başına geçip de bir roman yazmaya girişseler, bunun o kadar da sakin bir iş olmadığını hemen anlayacaklardır oysa. Masanın başında oturup zihninizi lazer ışını gibi tek bir nokta- ya odaklayarak, hayal gücünü hiçlik düzleminden yükselterek öyküyü doğurup, doğru sözcükleri tek tek seçerek, tüm akışı olması gerektiği yerde tutabilmek. İşte böylesi bir işlem, sıradan insanların düşündüğünden çok daha fazla enerjiyi uzun zamana yaymayı gerektirir. İnsanın vücudu gerçekte hareket etmese bile resmen etiyle kemiğiyle çaba sarf ediyormuş gibi bir emek, vücudun içinde dinamik bir şekilde sergilenmektedir. Elbette konu üzerine düşünen, zihindir. Fakat roman yazarı, öyküyü gereçlerini kuşanarak tüm vücuduyla düşünür. Bu işlemse yazarın bedensel gücünü en küçük zerresine kadar kullanmayı, çoğu durumda boşa harcamayı gerektirir.
Haruki Murakami( Koşmasaydım Yazamazdım - 81 )
Sert duvarlara toslaya toslaya başımda yumrular oluştukça, hayatta kalabilmeyi sağlayan pratik püf noktalarını öğrendim işte. O on yıl boyunca çetin yaşam deneyimlerim olmasaydı, sanırım roman yazmak gibi bir uğraşa girişmezdim, hatta aklımdan bile geçirmezdim. Yine de, insanın temel karakteri keskin değişimler göstermiyor. Tek başına kalma arzusu, hiç değişmeden hep vardı içimde. O yüzden günde bir saat kadar koşup, o süre boyunca kendime ait bir sessizlik zamanına sahip olabilmek, ruh sağlığım açısından önemli bir anlam taşımaya başladı.
Haruki Murakami( Koşmasaydım Yazamazdım - 26 )
Bizim işimizin özü, aynı şeyleri tekrar etmekten oluşur.
Natsuko İmamura( Mor Etekli Kadın - 32 )
( Dünya Ağrısı - 169 )