Birlikler şehirden ayrılmış, arkalarında on bine yakın yaralı bırakmışlardı. Avlularda, evlerin pencerelerinde bu yaralıları görmek mümkündü, sokaklar da onlarla doluydu. Sokaklarda yaralıları götürecek arabaların yanından bağrışmalar, küfürler, kavga sesleri geliyordu.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 351 )
Piyer, başını yastığa koyar koymaz uykuya daldığını hissetmişti; ama aniden gerçek kadar açık bir şekilde, top atışlarının bum, bum, bum seslerini duydu, iniltiler, bağırışlar, top mermilerinin düşme seslerini duydu, burnuna kan ve barut kokusu geldi, dehşet duygusu, ölüm korkusu her yanını sardı. Korkuyla gözlerini açtı, başını kaputun altından çıkardı.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 348 )
Piyer, başını yastığa koyar koymaz uykuya daldığını hissetmişti; ama aniden gerçek kadar açık bir şekilde, top atışlarının bum, bum, bum seslerini duydu, iniltiler, bağırışlar, top mermilerinin düşme seslerini duydu, burnuna kan ve barut kokusu geldi, dehşet duygusu, ölüm korkusu her yanını sardı. Korkuyla gözlerini açtı, başını kaputun altından çıkardı.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 348 )
Ama savaşın sonuna doğru insanlar yaptıkları işin tüm korkunçluğunu hissetmelerine ve bunu durdurmak onları memnun edecek olmasına rağmen belirsiz, gizemli bir güç hala onları yönetmeye devam ediyor, terlemiş, baruta ve kana bulanmış, sayıları üçte bire inmiş topçular, yorgunluktan tökezlemelerine, nefes nefese kalmalarına rağmen hartuçları getiriyor, topları dolduruyor, nişan alıyor, fitilleri ateşliyorlardı; gülleler her iki taraftan da aynı hızla, aynı acımasızlıkla uçuyor, insan bedenlerini paramparça ediyordu ve insanların iradesiyle değil, insanları ve dünyaları yönetenlerin iradesiyle gerçekleşen korkunç olay da devam ediyordu.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 313 )
Ama savaşın sonuna doğru insanlar yaptıkları işin tüm korkunçluğunu hissetmelerine ve bunu durdurmak onları memnun edecek olmasına rağmen belirsiz, gizemli bir güç hala onları yönetmeye devam ediyor, terlemiş, baruta ve kana bulanmış, sayıları üçte bire inmiş topçular, yorgunluktan tökezlemelerine, nefes nefese kalmalarına rağmen hartuçları getiriyor, topları dolduruyor, nişan alıyor, fitilleri ateşliyorlardı; gülleler her iki taraftan da aynı hızla, aynı acımasızlıkla uçuyor, insan bedenlerini paramparça ediyordu ve insanların iradesiyle değil, insanları ve dünyaları yönetenlerin iradesiyle gerçekleşen korkunç olay da devam ediyordu.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 313 )
Friant’nın tümeni de tıpkı diğerleri gibi, savaş meydanının dumanı içinde kayboldu. Dört bir yandan, dörtnala yaverler gelmeye devam ediyor ve hepsi de anlaşmış gibi aynı şeyi söylüyordu. Hepsi takviye kuvvet istiyor, hepsi Rusların mevzilerinde tutunduklarını, Fransız birliklerini eriten bir feu d’enfer açtıklarını söylüyorlardı.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 290 )
Savaş meydanından sürekli, Napolyon’un gönderdiği yaverler, mareşallerinin gönderdiği emir subayları geliyor, savaşın gidişatına dair rapor veriyorlardı, ama raporların hiçbiri doğru değildi, çünkü savaşın sıcaklığı içerisinde belirli bir anda neler olduğunu anlatabilmek imkansızdı, çünkü yaverler çarpışmanın yaşandığı yere gitmiyor, başkalarından duyduklarını aktarıyorlardı.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 286 )
Savaşın amacı öldürmektir, savaşın araçları casusluk, ihanet ve ihanetin teşvik edilmesi, halkın malının mülkünün yağmalanması, halkın soyulması ya da ordunun yiyecek ihtiyacı için ürünlerinin çalınmasıdır; savaş kurnazlığı denilen yalan ve aldatmacadır, askerlik dünyasının gelenekleri özgürlüğün olmaması, yani disiplin; aylaklık, cehalet, gaddarlık, sefahat ve sarhoşluktur. Buna rağmen askerler herkesin saygı duyduğu, üst bir sınıftır. Çin hükümdarı hariç bütün hükümdarlar askeri üniformalar giyer, en büyük ödül en çok insanı öldürene verilir… Askerler, yarın bizim de yapacağımız gibi birbirini öldürmek için karşı karşıya gelirler, on binlerce insanı öldürürler, sakat bırakırlar, sonra çok insan öldürdükleri (sayıyı da abartırlar) için şükran ayini yaparlar, ne kadar çok insanı öldürmüşlerse o kadar çok hak ettiklerini düşündükleri zaferi ilan ederler. Prens Andrey tiz ve yüksek bir sesle bağırdı: Yukarıdan onları seyreden Tanrı dualarına nasıl olur da kulak verir? Ah Dostum, son günlerde yaşamak bana ağır gelmeye başladı. Pek çok şeyi anlamaya başladığımı görüyorum. İyilik ve kötülük bilgisi ağacının meyvesini yemek insana yaramıyor. Ama uzun sürmeyecek sonra birden, uykun geldi galiba, benim de yatma vaktim geldi, Gorki’ye git dedi.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 252 )
Ama dedi, savaşın satranca benzediği söylenir. Prens Andrey, “Evet, dedi, ama küçük bir farkla, satrançta her hamleni istediğin kadar düşünebilirsin, zaman sınırın yoktur, bir başka fark da at her zaman piyonlardan güçlüdür ve iki piyon her zaman tek piyondan güçlüdür, ama savaşta bir tabur bazen bir tümenden güçlüdür, bazen de bir bölükten zayıftır. Askerlerin göreceli kuvvetini hiç kimse hiçbir zaman bilemez. İnan bana, mesele kurmaydakilerin planlarına bağlı olsaydı ben de orada kalır, plan yapardım ama onun yerine burada, bu alayda, bu baylarla birlikte hizmet etmenin onurunu taşıyorum ve yarının da gerçekten onlara değil, bize bağlı olduğunu düşünüyorum… Başarı mevziiye, silahlara ve asker sayısına bağlı olmadı ve olmayacak; en az da mevziiye bağlıdır.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 248 )
Yarın beni öldürecekler, hem belki de bir Fransız değil bizden biri, dün silahıyla kulağımın dibinde ateş eden o asker gibi biri; sonra Fransızlar gelecek, burunlarının dibinde kokmayayım diye beni bacaklarımdan ve kafamdan tutup bir çukura atacaklar ve başkalarının alışacağı, benim hakkında bir şey bilmeyeceğim ve var olmayacağım bir hayatın yeni şartları doğup gelişecek.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 243 )
Piyer’e, "Barut mu koklamak istiyorsunuz?" Dedi. Güzel kokudur.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 238 )
Sizinle gelirdim ama burama kadar (boğazını gösterdi) işim var. Dörtnala kolordu komutanına gidiyorum. Elimizden ne gelir? Biliyorsunuz kont, yarın savaş olacak. Yüz bin kişilik ordunun en az yirmi bini yaralanacak; ama bizde altı bin kişi için bile ne sedye ne yatak ne sıhhiyeci ne de doktor var. On bin araba var ama başka şeyler de lazım. Elimizden geleni yapacağız.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 229 )
Napolyon onun sözünü keserek, “Her şeyi biliyorum,” dedi, “Taburlarınızın sayısını kendi taburlarımın sayısını bildiğim kadar iyi biliyorum. İki yüz bin askeriniz bile yok ama benim askerlerim bunun üç katı.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 31 )
Napolyon onun sözünü keserek, “Her şeyi biliyorum,” dedi, “Taburlarınızın sayısını kendi taburlarımın sayısını bildiğim kadar iyi biliyorum. İki yüz bin askeriniz bile yok ama benim askerlerim bunun üç katı.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış II - 31 )
Kont Rastopçin, “Hem biz Fransızlarla nasıl savaşırız prens!” dedi. “Öğretmenlerimize, Tanrılarımıza karşı silaha sarılabilir miyiz? Gençlerimize bir bakın, kadınlarımıza bir bakın. Tanrılarımız Fransızlar, cennetimiz Paris.”
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış I - 806 )
Durum buysa kollar, bacaklar neden kopmuş, insanlar neden ölmüştü? Aklına ödüllendirilen Lazarev, cezalandırılan ve affedilmeyen Denisov geliyordu. Kendini içinde bulduğu bu garip düşünceler onu korkutmuştu.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış I - 619 )
Prens Andrey ağır sancağı ellerinde zar zor tutarak, “Hurra!” diye bağırdı ve tüm taburun kesinlikle peşinden koşacağı inancıyla ileri atıldı.
Ve gerçekten de sadece birkaç adım tek başına koştu. Bir asker, sonra bir tanesi daha koşmaya başladı, sonra tüm “Hurra!” çığlıklarıyla ileri atılıp, sağından solundan onu geçtiler. Taburun astsubayı koşup ağırlığı yüzünden Prens Andrey’in ellerinde sağa sola yalpalanan sancağı aldı, gönderine sokup taburla birlikte koştu. Biraz ilerde kimi dövüşen kimi topları bırakıp ona doğru koşan topçularımızı gördü; topçu beygirlerini tutup topları döndüren Fransız piyadelerini gördü. Prens Andrey ve tabur toplardan artık sadece yirmi adım uzaktaydı. Başının üstünde kurşunların hiç kesilmeyen ıslıklarını duyuyor, sağında solunda sürekli askerler inliyor ve düşüyorlardı. Ama onlara bakmıyordu; gözlerini dikmiş sadece ileriye, bataryada olup bitenlere bakıyordu. Sorguçlu asker şapkası yana kaymış, kızıl saçlı bir topçunun tomarın bir ucundan çekerken, bir Fransız askerinin de diğer ucundan çektiğini artık açıkça görüyordu. Prens Andrey, görünüşe göre, ne yaptıklarının farkında olmayan bu iki insanın yüzündeki şaşkın ve aynı zamanda öfkeli ifadeyi açıkça görmüştü.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış I - 420 )
Bütün yüzlerde kendi yüreğinde hissettiği heyecanı okuyordu. Her bir erin ve subayın yüzü “Başladı!” işte savaş! Korkutucu ama keyifli! Diyordu.
L.N. Tolstoy( Savaş ve Barış I - 270 )
( Ruhi Mücerret - 48 )
( Ruhi Mücerret - 36 )
( Ruhi Mücerret - 24 )
( Ruhi Mücerret - 23 )
( Ruhi Mücerret - 121 )